Hız Treninde Kısa bir Ara
HIZ TRENİNDE KISA BİR ARA
21.yy’da dünya gerçeğin sanal, sanalın gerçek olmaya başladığı meta bir varoluşa hazırlanırken insanlar da dahil kurum ve kuruluşlar çok katlı binalardan oluşan şehirlerde değil, dijital ağlardan oluşan internet şehirlerinde yer almaya başladı.
Tüketim neredeyse üretimi geçecek kadar fazla. İnsanlık olarak yetişmemiz gereken yerler var; sürekli olarak telaş halindeyiz. Bu sistemde her şey hıza dayalı. Yiyecekler paketli, önceden kolayca ulaşmanın zor olduğu her şey marketlerde var.
Dondurulmuş gıdalar aldı başını gidiyor, mevsiminde yemek diye bir durum söz konusu değil. Seralarda üretilen, yahut vaktinde toplanıp dondurulan çok fazla ürüne erişim tek dokunuş uzakta. Dolayısıyla gıdaların besin değerlerinde ciddi bir düşüş var.
PEKİ YA SAĞLIK?
Dondurulmuş yahut paketli ürün alınmasa dahi her gün neredeyse her öğün soframızda, hemen elimizin altında olan bir gıda var; ekmek. Hıza dayalı sistem içinde yine hızlı üretime dayalı sektörde evimize her gün soktuğumuz ekmekler ne kadar sağlıklı olabilir? Kahvaltı eşlikçimiz, ailece oturduğumuz akşam yemeklerimiz… Pazar sabahı fırına gönderdiğimiz çocuklarımız taze ekmeğin tepesini kemirirken gönül rahatlığıyla yemelerine izin verebilir miyiz?
Hızlı yaşıyoruz, soluklanmaya zaman yok. durup manzara seyredecek vaktimiz yok. Kafamızı kaldırıp göğe bakmayı dahi unuttuk. Bir şeylerin olmasını bekleyecek tahammülümüz de kalmadı. Hız treninde gibi yaşadığımız bu dönemde beklemek sinir bozucu, zamansa kazanılan ve satılan bir mal gibi. Zamanı kazanmak, ardından kazanılan zamanı daha çok üretime entegre edebilmek için gıdaların çoğu katkı maddeleriyle korunuyor.
Fırınlarda hazır mayalar, evde yaptığımız poğaçalarda dahi market mayaları yahut kabartma tozları kullanımı ön planda. Peki bu bekleme tahammülsüzlüğü, kolay yaşama ve çabuk tüketme alışkanlığının getirdiği hız kültüründe gerçek ürünlere nasıl ulaşacağız? Ya katkısız ekmekler ve hamur işlerine? Bu noktada bir kurtarıcı devreye giriyor; ekşi maya.
EKŞİ MAYA MUCİZESİ!
Ekşi Maya temelde yalnızca hava, un ve sudan elde edilen bir mayadır. Tamamen doğal yollarla üretilir. Doğru ısıda yeteri kadar bekleyen un ve su karışımı havadaki bakteriler tepkimeye girerek mayalanır ve bu fermantasyon ekşi mayayı oluşturur.
İnsanlar yerleşik hayata geçip buğday unu üretmeye başladığında ilk olarak ateşte kabararak pişen hamurun bekletilip ekşitme denemeleriyle temeli atılan ekşi maya, ileriki yıllarda üzüm kullanılarak yapılmaya doğru evrilmiş. Hiçbir katkı maddesi içermeyen bu geleneksel yöntem, mayanın fermente sürecinde oldukça uzun bir bekleme süresine sahip.
Mayayı üretmek için her gün belirli işlemleri yapıp beklemek, yeri geldiğinde mayayı beslemek, katlamak, dinlendirmek, çoğalmasını istiyorsak adeta bir laboratuvarda çalışır gibi bölmeler ve eklemeler yapmak gerekir. Eh, ilk kimya laboratuvarı mutfaktır diye boşa denmemiş.
Maya hazır hale geldikten sonra da iş bitmiyor tabii, ekşi mayayla yapılan ekmeklerin en az yirmi saat fermente edilmesini beklemek gerekiyor. Ekmeğin nem dengesini korumak da son derece önemli.
Dolayısıyla ekşi maya ekmeği yapmak günümüzde rağbet görmeyen bir biçimde sabır ve zanaat gerektirmekte. Sonuçsa paketli, katkı maddeli, hazır içeriklerden oluşan ekmek yerine geçmişin bilgi birikimiyle bugün saf ve katkısız olarak soframıza gelen ekmek oluyor.
Hız treninde nefes almak için verilmiş kısa bir ara gibi.
Yapımı bu kadar meşakkatli olduğundan çoğu üreticinin tercih listesinde başta olmamasına şaşmamak gerek; hazır mayalarla fermente işlemi üç yahut dört saatte hallediliyor. Nitekim üretilen ekmeğin kalitesinde de ciddi bir fark ortaya çıkıyor.
Maddeci tüketim kültüründen az da olsa sıyrılmış, hamuruna emek ve zaman katılan ürünlerimize ulaşmak için linke tıklayın!